Ziraat mühendisi olmaya karar vermem aslında tamamen bir tesadüften ibaretti. Birçok öğrenci gibi şansımı bir sene daha deneyip daha sonrasında puanımın oldukça düşmesi sonucu 4 yıllık bir bölüm istedim yoksa seneye barajı da geçemeyeceğiz diyerek. Çünkü bütün sınıf toplu olarak internet kafeye kaçıyorduk. Ailede örneği olamamasına rağmen gözümü ziraat fakültesinde açtım. 1 yıl İngilizce hazırlık sonra temel dersler nihayet 1.5 yılın sonunda bölüm dersleri. Bizim zamanımızda Ziraat mühendisi olarak girer sulamadan hayvancılığa bütün temel dersleri alır sonra bölümünüze geçerdiniz. O günlerde Süleyman Demirel Üniversitesi'nde aldığım bence sağlam bir eğitimdi. Bir hocamın da dediği gibi ziraat fakültesi görücü üslü evlilik gibidir. Sonradan alışır seversiniz demişti açıkçası öylede oldu. Kökleri topraktan gelen ama birçok sebze meyveyi dalında hiç görmemiş birisi olarak Ziraat mühendisliği bölümüne kayıt yaptırdım. Bir göz doktoruna gidip arkadaşınızda olsa benim dizim ağrıyor diyemezsiniz. Ortopediste git ben göz doktoruyum der. Oysaki TUS'u kazanana kadar pratisyen hekimdir. O zaman 2 merhem yazıyordun anlıyordun koçum hayırdır uzmanlık yaparken mi unuttun diye de kimse sormaz.
Bu durum biz ziraat mühendislerinde biraz farklı. Ziraat mühendisiyseniz tabiri caiz ise köy jargonu ile ziraatçı her şeyden anlamalısınız. Çok şükür ki bizim aldığımız eğitim buna imkân sağladı. Buradan emeği geçen hocalarıma teşekkür ederek konuya biraz önce girmek istiyorum.
Malum kurban bayramı yaklaşıyor. Herkeste tatlı bir telaş bir koşuşturma hayvancılıkla uğraşanlar için gerçek bir bayram. Bu konuda yazabilmek için bilgilerimi tazelemek adına biraz araştırma yaptım. TUİK verilerini kurcaladım haberleri okudum kurbanlık almaya gittiğimizde biraz oralarda sohbet ettim. Tabi ki besiciler halinden memnun değil. Hayvansal Üretim İstatistikleri, Haziran 2016 verilerine bakıldığında; Büyükbaş hayvan sayısı Haziran ayı sonu itibariyle 14 milyon 324 bin baş, toplam küçükbaş hayvan sayısı ise 44 milyon 34 bin baş olduğu görülüyor. Koyun sayısı 33 milyon 239 bin baş, keçi sayısı da 10 milyon 795 bin baş olarak gerçekleşiyor. Dürüst konuşmak gerekir ise 20 milyon yazması ile 10 milyon yazması arasında benim için bir fark yok. Kendi kendime dedim daha anlaşılır verilere bakmalıyım. Şöyle bir şey buldum.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü tarafından 2009 yılında yayınlanan ve "The State of Food and Agriculture" adlı çalışmanın verilerinin kullanıldığı haritaya göre bir yılda ülke ülke kişi başına düşen et miktarları şu şekilde.
(hayvan sayılarından pek anlamazdım ama et yeme konusunda 106 kg lık cüzsem ile uzman sayılırım. İyi bir etoburudur.)
Bu durum dünyanın çeşitli ülkelerinde şöyle;
Bangladeş: 4 kg,
Hindistan: 4.4 kg,
Sri Lanka: 6.3 kg,
Mozambik: 7.8 kg,
Suriye: 22.8 kg,
Gürcistan: 25.5 kg,
Azerbaycan: 32 kg,
Myanmar: 32.1 kg,
Ermenistan: 45.8 kg,
Japonya: 45.9kg,
Ukrayna: 48.5 kg,
Bulgaristan: 53 kg,
Suudi Arabistan: 54.4 kg,
Çin: 58.2 kg,
Rusya Federasyonu: 62.9 kg,
Hırvatistan: 66.3 kg,
Norveç: 66 kg ,
İsviçre: 74.7 kg,
Yunanistan: 74.8 kg,
İsveç: 80.2 kg,
İngiltere: 84.2 kg,
Hollanda: 85.5 kg,
Almanya: 88.1 kg,
İsrail - 96 kg,
Kuveyt: 119.2 kg,
Amerika Birleşik Devletleri: 120.2 kg,
Bu istatistikte bütün et tüketimi içeriyor. Mesela Japonların yediği kişi başı 48.5 kg'in hatırı sayılır miktarı deniz ürünlerin oluşturuyor olma muhtemel.
Bir yılda kişi başına düşen et miktarının en fazla olduğu ülke 120.2 kilogram ile ABD olurken, Türkiye'de ise bir yılda kişi başına düşen et tüketim miktarının 25.3 kg olduğu belirtiliyor.
Şimdi bu rakamlarda bence şunu iyi görmek lazım. Kişi başı 25,3 kg et tüketimi olan ülkemizde demek ki kurban bayramı olmasa yıllık kişi başı tüketim 18-20 kg seviyesinde düşecek. Bu da bizi dünya ortalamasının oldukça gerisine düşürüyor.
Evet günümüzde açlık sınırının 1/3 kadar asgari ücretle geçinenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda et yiyebiliyorsak ne mutlu. Yalnız veriler kurcalandığında kırmızı et tüketimiz çok daha düşük olduğu görünüyor. Devlet aslında üretimi arttırmak için ücretsiz canlı hayvan dağıtarak dahi teşvikler veriyor fakat hayvan varlığımız eskisinden çok daha az olduğu da biliniyor. Sadece baba ocağım olan köyü ele alıp micro düzeyde düşününce bundan 50 yıl önce ufacık bir köydeki hayvan sayısı 3-4 bin küçükbaşın üstüne çıkıyor. Yaylalar'da yüzlerce hayvanın özgürce otlatıldığını. Büyük dedemize ait hergele (At sürülerinin) ovada gezdiği hikayaler dinliyoruz. Şimdi baştan sona şöyle bir saydığınızda bütün köyle sadece bir kaç yüz sağmal inek bir o kadar küçükbaş çıkıyor. Büyükbaş besicilik yeni yeni küllerinden doğmak için doğum sancıları çekiyor. Bence bu politikalar ile bu bebek ölü doğar ama oraya geleceğim. Köydeki hayvan varlığının artmasında soğutma tanklı süt toplama araçlarının köye gelmesi ile oluyor. Yarı açık yada kapalı tipte besihanelerde dışarıdan kesif yeme muhtaç bir yetiştiricilik ile yem fiyatları artıkça hayvancılık can çekişir duruma geliyor. Bunu anlamak illaki köyde akrabalarınız olması gerekmiyor. Bakın çok da zor değil aslında markete girin 1lt su 2tl 1 litre süt 2.45tl. Çiğ sütün çiftçiden alınış fiyatı 1.35 Tl. Bu konu üzerine çok yorum yapmayacağım. Çünkü neresinden tutsam bu konu elimde kalıyor. Malum haftanın konusu hayvanın eti sütü değil. Örnekleri hep büyük baştan vereceğim ülkemizde ağırlıkla kombine çeşitler yanı hem et hem süte yönelik çeşitler tercih ediliyor. Dolayısı ile besicilik ile sütçülük kol kola devam sürdürülebiliyor. Yurtdışında işler biraz daha farklı diyorlar gidip göremedik ama araştırınca enteresan şeyler çıkıyor karşınıza. Zootekni dersinde fotoğrafını ilk gördüğümde inanılmaz şaşırdığım Belgian blue cinsi etlik cins hayvanlar bir örnek.

İnternet'e bu ismi yazdığınızda vücut geliştirme yarışmasından fırlamış gibi görünen bir boğa çıkacak karşınıza. Maalesef ülkemiz şartlarında yetiştirilmeye çok uygun bir ırk değil. Yâda çizgi filmlerde gördüğümüz kuru ot kemiren gariban inek JERSEY'ler çatısı geniş pek et tutmayan cılız gövdeli süt dolu memeleri kendisinden büyük bir sütlük bir ırk. Ülkemizde Karadeniz bölgesinde nadir olarak bulunuyor. Hatta Erkek buzağıları et tutmadığı için çok genç yaşta keserler çünkü yemden yararlanma oranı çok düşüktür. Yerli ırkımız olan ANATOLİAN BLACK'ler var bizim yörede "gıcık dana" dedikleri. Şap gibi çoğrafyamızdaki birçok hastalığa dayanıklı veterinerle çok işi olmayan bir cinstir. Dağa taşa salın kendisi otlar döner. Maalesef çok kalmadı bu ırkı kayıp ediyoruz. SİMENTAL cinsi danalarımız var mesela aslında etlik ama süt verimide fena değil çikolata firmasının mor ineğinden. Yada hepimizin en iyi bildiği sütlük ama et verimi fena olmayan, Hollanda ineği de denilen HOLSTEİN (SİYAH ALACA)'lar var. Şöyle bir bakınca ülkemizde yetiştiriciliği yapılan en yaygın türler bunlar.
İthal getirilen aslında İskoçya'nın Aberdeenshire ve Angus bölgelerine özgü sığırların melezlenmeleriyle elde edilmiş ve dünyanın birçok yerinde Aberdeen Angus olarak bilinen. Ama bize ABD den ithal gelen bir ırk olan Angus (Aberden) Angus et üretiminde yoğun olarak kullanılan bir sığır türüdür. İlk geldiğinde tadını beğenmedik çünkü bizde adettir kesime yakın rasyonda değiştirilir hayvana bolca arpa yedirilir. Özellikle küçükbaşlarda dağlardan toplanan kekikler yedirilir ki et lezzetli olsun. Amerika'da açık sistem uçsuz bucaksız alanlarda yetiştirilen hatta helikopter ile güdülen doğru dürüst insan görmemiş hayvanları ilk İthal ettiğimizde hatırlarsanız acemi kasaplarımızdan çok yaralananlar oldu. O dönem çalıştığım firma ile gezdiğimiz çiftliklerde mesai arkadaşım olan veterinerin tavsiyesi şuydu. Ağırlarda bol bol gezin hayvanlar insan görmeye alışsınlar. Maalesef öyle olmadı o gelen hayvanların birçoğu henüz kırkı çıkmadan kesildi. Çünkü kesildiklerinde kasapta iyi kazandırıyorlardı. Canlı hayvan varlığımızı artırmak ve ülkemizde üretilmek için getirilen hayvanların bir çoğu kasapların yolunu tuttu. Bizim gibi kurban bayramının yoğun kutladığı ülkelerde canlı hayvan varlığı artırmak 1-2 yılda kolayca yapılabilecek bir şey değil. Canlı hayvanı burada üretmeye başladığınızda sayı geometrik katlıyor kendisini. Özelikle küçükbaşlarda ikiz ve üçüz doğuran, büyükbaşlarda süt verimi yüksek hayvanların seçilerek sürü içinde bırakılması. Hayvanların düzenli tartılması yemden yararlanma oranları düşen hayvanların kesime öncelikli gönderilmesi gibi basit yöntemlerle işletme verimliğini artırmak mümkün.
Dinimizde aslında bu konuda bazı emirler var. Hayvan hamile olmayacak. Sütüne muhtaç yavrusu olmayacak. Büyükbaşta 2 yaşını doldurmuş olacak. Küçükbaşta boyut olarak annesi kadar olacak. Eski hocaların tavsiyesi mümkünse erkek mal kesilecek. Bu gibi önlemler toplum genetiğimizde de alınmış durumda ama yeterince uygulanamıyor. Dışı hayvanlar kuran bayramında kesilmeye devam ediyor.
Özellikle hayvancılıkla geçinen doğu bölgelerimizde terör olayları ile meraların kapatılması verimli kullanılamaması hayvancılıkla geçiminin sağlayan aileleri zor durumda bıraktı. Ülkemize özellikle Suriye sınırından hatırı sayılır miktarda kaçak hayvan girişi olduğu biliniyordu. Terör olaylarının artması ile sınır güvendiğinin artırılması kaçak hayvan girişini sınırlayınca bölgede canlı hayvan varlığı azalmaya başladı. Antalya için bahsetmek gerekirse kurbanlık hayvan pazarlarına bakıldığında eskiden doğu bölgesinden gelen hayvanların yerini iç Anadolu'dan toplanan hayvanalar almış durumda. Bu bölgelere maliyetler daha yüksek olduğundan bu et fiyatlarını da yansıyor. Canlı hayvan fiyatları büyük başlarda 20-25kg\tl canlı ağırlık. Küçükbaşlarda adet fiyatı 750-2000 tl arasında değişiyor. Durum öyle olunca besicilere dışı hayvanlarınızı satmayın bir sene daha besleyin. Sürülerinizi büyütün deme şansımızda pek kalmıyor. Kurban bayramını bir fırsat olarak gören besiciler verimini çok da ciddiye almadan bütün hayvanlarını satıyorlar. Ama kurbanlık alan sizlere diyorum mümkünse dışı hayvan satın almayın.
Peki, ne yapmalıda canlı hayvan varlığımızı artırmalıyız. Bu konuda uzman görüşleri şöyle sıralanıyor. İşletmelerin kazançları artırılmalı nasıl olacak bu temel maddeler şöyle sıralanıyor.
Hayvancılığa uygun bölgelerde besicilik yapılmalı.
Maliyetleri düşürmek için meralar aktif kullanılmalı.
Eğer mümkün ise besicilik yapan işletme bir miktar yemini kendisi üretebilmeli.
Fiyatların düşük olduğu hasat dönemlerinde arpa mısır vs. alınarak uygun şartlarda depolanabilmedir.
Mümkünse işletme kendi kullanacağı silajı üretebilmelidir.
Kullanılan kesif yemlerde yavru büyütme süt et gibi farklı radyon yemlerin amacına uygun olarak doğru zamanlarda kullanılmalı.
Süt üretimi yapılıyor ise çiğ sütün satılabileceğini toplama bölgelerine yakın olunması. Sağım tesisi ve süt soğutma tankları ona uygun tesis edilmeli.
Sürü yönetimi iyi yapılmalı.
Yetiştiricilik yapılan bölgeye uygun ırklar seçilmelidir.
Ağırlarda oluşan katı atıklar uygun şartlarda depolanmalı katı gübre olarak işlenerek uygun şekilde değerlendirilmeli.
Bu maddeleri artırmak mümkün ama kısa vadede besi işletmesinin gelir dengesini sağlamanın ısa yolu bu kuralları uygulamaktan geçiyor. Günümüzde havanlara takılan deri altı veya tasma tipi vericiler ile ağır içinde günlük hareketleri izlenmekte hasta hayvanlar çok daha önce tespit edilebildiği gibi günlük süt ve et verimi izlenebilmekte. Teknolojinin bu kadar işin içine girdiği ve aktif kullanıldığı bir ortamda. Yapılması gereken sürü yönetiminin kayıt tutmanın öneminin üreticilere anlatılması mümkünse gerekli teknolojik altyapının kurularak işletilmesinin sağlanması gerekiyor. Bunun temeli de üreticiyi eğitmekten geçiyor. Konuda uzman ara personellerin yetiştirilmesi istihdamının sağlanması gerekiyor.
Birçok konuda olduğunu gibi bu konuda da çiftçi birliklerine büyük görevler düşüyor. Kooperatifleşmenin önemi ortaya çıkıyor.
Devletin üzerine düşen meraların güvenliğinin sağlaması enflasyonu düşük tutmak adına et ithalatına izin vererek besicilerin zarara uğratılmaması.
Verilen ter türlü teşvik ve hibenin çok iyi denetlenmedi gerekiyor.
Gübre ve yemde KDV indirimi gibi çiftçiye verilecek tarımsal motorin de benzer uygulamalar getirilmelidir. Yem maliyetlerini aşağıya çekmek için yemde GDO lu hammadde kullanımına izin verildi. GDO konusu henüz deneysel düzeyde olduğu için beni biraz korkutuyor mutant genler vs. Bir dün Dünyalar savaşı Z filmi gerçek olacak diye inceden tırsmıyorum desem yalan olur. Bir yandan da umutluyum devlet en azın birçok konunun aksine burada bir sorun olduğunun farkında ver çözmek için bir şeyler deniyor.
Bir de sanırım en büyük sorunumuz artık şehirli olan çiftçilerimiz.
Biliyorum çok uzattım ama bu başlıkla bağlamak istiyorum. Bir köy düşünün çiftçi üretmiyor. Seralarını kiraya vermiş bırakın hayvancılık yapmayı kapının önündeki kümesi boş. Beslediği tek hayvan evindeki muhabbet kuşu ava götürdüğü köpeği. Ne mi yapıyor dedesi çobanlık yapan 500 koyunu olan köylü Mehmet amcamız torunları koleji göndermiş. Çocuklara sahilde dükkân yapmış kirada, seralari icara vermiş. Ben yaylaya gidiyorum kaplıcaya gidiyorum bakacak kimse yok diyor kümesinde tavuğu dahi yok. Yumurtayı dahi para vererek bakkaldan alıyor. Çocukları okumuş yada okumamış ama topraktan kopmuş. Torunların hiçbir alakası yok. Üretmeden çalışmadan yaşamanın kısada olsa bir yolunu bulmuş. Toprağı olmayanlarda aslında çok farklı değil. Eskisi kadar çalışkan değiliz toplum olarak tembelleşiyoruz. Kırsalda tarımsal işlerde çalışacak personel problemi yaşıyoruz. Çok yakın bir arkadaşımızın bir abimizin başına gelen bir olayı kısaca size anlatmak istiyorum. Bir iş düşünün 2000 tl maaş kalacak ev eşyalı. Elektrik, su, hatta mutfak tüpünüz bile karşılanıyor. Bu iş ne mi çobanlık ve bu işte çalışacak personel bulunamadığı için bir işletme ben uğraşamam diyerek kapatıldı. Kapandığında hatırı sayılır miktarda hayvan varlığı vardı. Yada başka bir örnek hayvancılıkla uğraşan akrabamız vefat ettiğinde 800 ün üzerinde küçükbaş hayvanı vardı. Çocukları hayvancılığa devam etmediler o sürü 6 ay içerisinde yok oldu gitti. Birçok besici sürülerini güdecek çoban bulamadıkları için artık hayvancılık yapmıyorlar. Hiç kimse Türkiye'de işsizlik var vs. demesin. Evet, Türkiye'de işsizlik var çünkü Ziraat mühendisi botunu giymek istemiyor. Ofiste oturacak gömleğini giyip bilmemde 7s plus telefonu ile bayii gezecek onlara şu kadar mal alırsan yurtdışına şuraya götürüyorum diyerek mal satacak. Çiftçi işçilikten kaçacak. Besici hayvanın altındaki pisliği temizlemeye üşenecek. Hayvanların ayakları yara olana kadar pisliğin içinde yaşayacak. Sonra Ülkemizde tarım gelişecek. Bu bir sinema filmi olsa emin olun ortasında senariste belki de çıkarım filmden.
Biz bu filmin içinde yaşıyoruz farkında mısınız?
Varın gerisini siz düşünün.
Atatürk'ün su sözü ile bitiyorum
"Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar."
Allah sonumuzu hayır eylesin.
Saygılarımla..
Nazım KIRICI
ZİRAAT MÜHENDİSİ